Bana inanma
Aklımdan geçenleri söylemedim sana
Ben aklımı bırakalı çok oldu be güzelim
Kalbimin sesini dinledim önce
Sevdim
Sevmenin keyfini yaşadım delice
Sonra aklım girdi devreye
Kafamı kurcalayan tonlarca şey yükler bindirdi üzerime
Kalbimden uzaklaştırdı beni
Hani derler ya hep mantık düşmanıdır aşkın diye
Önce kalbimi öldürdüm içimde
Sonra başladım yeniden düşünmeye
Bu sefer aklım yoktu
Terk etti beni üzdüm diye kalbimi
Sardım kalbimin yaralarını
Yeniden atmasını sağladım
Ve sevdim yeniden
Yeniden yaşadım keyfini sevebilmenin
Ta ki mantığım geri dönene kadar …
İşte o zaman anladım
Almamalıydım yanıma aklımı da kalbimi de
Söyledim yalanlarımı içimden gelircesine
İnanmadım aklımdan geçenlere
Dinlemedim kalbimin sesini de
Yaşadım sadece
Başa döneceğimi bile bile
Artık çoktan unuttum sıra hangisinde…
Belki sevmekte belki de çekip gitmekte ...
Belki de ne dersin sıra artık bende
Her şey benim ellerimde...
can sıkıntısına kelepir cümleler kuruyorum hayata karşı... arkama bakmadan yürüyorum ve duruyorum tekrar yürüyorum bu sefer bakıyorum ama hayır gölgem beni hep takip ediyor ve kelepir cümlelerimi bana pahalıya satmaya kalkıyor her düştüğümde ...
21 Ağustos 2010 Cumartesi
14 Ağustos 2010 Cumartesi
by donald draper on MadMen aşk hakkında bir yazı
oh, you mean love!
you mean the big lightning bolt to the heart where you can't eat and you can't work and you just run off and get married and make babies. the reason you haven't felt it is because it doesn't exist. what you call love was invented by guys like me to sell nylons. i'm pretty sure about it.
you're born alone, and you die alone, and this world just drops a bunch of rules on you to make you forget those facts, but i never forget. i'm living like there's no tomorrow. because there isn't one...
you mean the big lightning bolt to the heart where you can't eat and you can't work and you just run off and get married and make babies. the reason you haven't felt it is because it doesn't exist. what you call love was invented by guys like me to sell nylons. i'm pretty sure about it.
you're born alone, and you die alone, and this world just drops a bunch of rules on you to make you forget those facts, but i never forget. i'm living like there's no tomorrow. because there isn't one...
10 Ağustos 2010 Salı
küçük bir resim işte ...
bugün bir resim çarptı gözüme bazı defterleri karıştırırken.
eskilerden kalma küçük bir resim işte.
henüz büyümediğim zamanlardan kalma masum bir beden.
mutluluk ve onu keşfetmenin yansıdığı bakışlar, hayata umut dolu bakan gözler bir de ben.
önce dokundum resme.
birden her şey canlanıverecek gibi hissettim.
içimi bir sıcaklık kapladı birden.
yeniden ben olacaktım. o masum çocuk gelecekti geriye.
gözlerimi kapadım ve çektim ellerimi resmin üzerinden.
tekrar baktım dokundum o resme. resim de büyümüştü artık.
uzaklaştı bana bakan gözler resimde bile.
kaçırır oldu bakışlarını. ve sordu :
bana neden bunu yaptın?
yutkundum cevap veremedim.
neden büyüdüğümü söyleyemedim ona.
masum kalmanın imkansızlaştığını, hayallerin gerçekten uzaklaştığını ve artık canının sadece oyun oynarken düşüp dizini kanattığında yanmayacağını anlatamadım.
canını acıtan şeylerin ondan birer parça koparıp götüreceğini, eskiden eğlenmek için oynadığı oyunların kalmadığını şimdi her oyunda herkesle birlikte onun da kaybedeceğini ve kazananın hep oyunbozanlar olacağını bilmesini istemedim.
kaldırdım resmi küçük bir çekmeceye.
belki de hayatın sadece oradan ibaret olduğunu göstermek istedim ona.
içim elvermedi üzülmesine, sakladım onu.
bir daha görmemek üzere
bir daha o halime dönmemek üzere.
sadece keşke diyemedim ya ona keşke o halimde kalabilseydim diye.
ona üzüldüm.
bir de soramadım ona. benimle oynar mısın diye ?
eskilerden kalma küçük bir resim işte.
henüz büyümediğim zamanlardan kalma masum bir beden.
mutluluk ve onu keşfetmenin yansıdığı bakışlar, hayata umut dolu bakan gözler bir de ben.
önce dokundum resme.
birden her şey canlanıverecek gibi hissettim.
içimi bir sıcaklık kapladı birden.
yeniden ben olacaktım. o masum çocuk gelecekti geriye.
gözlerimi kapadım ve çektim ellerimi resmin üzerinden.
tekrar baktım dokundum o resme. resim de büyümüştü artık.
uzaklaştı bana bakan gözler resimde bile.
kaçırır oldu bakışlarını. ve sordu :
bana neden bunu yaptın?
yutkundum cevap veremedim.
neden büyüdüğümü söyleyemedim ona.
masum kalmanın imkansızlaştığını, hayallerin gerçekten uzaklaştığını ve artık canının sadece oyun oynarken düşüp dizini kanattığında yanmayacağını anlatamadım.
canını acıtan şeylerin ondan birer parça koparıp götüreceğini, eskiden eğlenmek için oynadığı oyunların kalmadığını şimdi her oyunda herkesle birlikte onun da kaybedeceğini ve kazananın hep oyunbozanlar olacağını bilmesini istemedim.
kaldırdım resmi küçük bir çekmeceye.
belki de hayatın sadece oradan ibaret olduğunu göstermek istedim ona.
içim elvermedi üzülmesine, sakladım onu.
bir daha görmemek üzere
bir daha o halime dönmemek üzere.
sadece keşke diyemedim ya ona keşke o halimde kalabilseydim diye.
ona üzüldüm.
bir de soramadım ona. benimle oynar mısın diye ?
Ölümün Eşiğinde ( lise dönemime ait bir şiirdi sanırsam )
ÖLÜMÜN EŞİĞİ
Aklımı kaçırdım sensiz gecelerde
Kalbim zaten oldu artık bir harabe
Hislerim mi vardı benim bulamıyorum ki nerede?
Ölüm benim içimde ben ölümün eşiğinde
Tek isteğim kaybolmaktı senin o ürkek bedeninde
İnmekti kalbinin en derinliklerine
Erişebilmekti aşkın büyülü cevherine
Erişebilmekti seninle birlikte
Oraya sonsuzluğa
Sonsuzluk kaybolmak oldu gözlerinde
Düşmek parça parça
Silinmek umarsızca
Kaybolmak yitip gitmek
Kaybolmak bitip tükenmek
Kaybolmak son bulmak oldu gözlerinde
Gözlerin daldı başka yerlere
Zihnin bıraktı yerini başka hayallere
Sana ait olmayan
Bana ait olmayan
Bize ait olmayan düşlere
Bizi bizden koparan dertlere
Bizi bizden ayıran bitişlere
Dokunamadı sevgimize ama
Bizden aldı bizi
Yok etti ikimizi
Yok etti bedenimizi
Yok etti seni
Yok etti beni
Yok oluşların bitişlerin geldiği yerdeyim
Aslında çok uzak değilim sendeyim
Her şey o kadar basit ki zaten bu nedenle sevgilim
İşte benim son gerçeğim
Ölüm benim içimde ben ölümün eşiğinde.
Aklımı kaçırdım sensiz gecelerde
Kalbim zaten oldu artık bir harabe
Hislerim mi vardı benim bulamıyorum ki nerede?
Ölüm benim içimde ben ölümün eşiğinde
Tek isteğim kaybolmaktı senin o ürkek bedeninde
İnmekti kalbinin en derinliklerine
Erişebilmekti aşkın büyülü cevherine
Erişebilmekti seninle birlikte
Oraya sonsuzluğa
Sonsuzluk kaybolmak oldu gözlerinde
Düşmek parça parça
Silinmek umarsızca
Kaybolmak yitip gitmek
Kaybolmak bitip tükenmek
Kaybolmak son bulmak oldu gözlerinde
Gözlerin daldı başka yerlere
Zihnin bıraktı yerini başka hayallere
Sana ait olmayan
Bana ait olmayan
Bize ait olmayan düşlere
Bizi bizden koparan dertlere
Bizi bizden ayıran bitişlere
Dokunamadı sevgimize ama
Bizden aldı bizi
Yok etti ikimizi
Yok etti bedenimizi
Yok etti seni
Yok etti beni
Yok oluşların bitişlerin geldiği yerdeyim
Aslında çok uzak değilim sendeyim
Her şey o kadar basit ki zaten bu nedenle sevgilim
İşte benim son gerçeğim
Ölüm benim içimde ben ölümün eşiğinde.
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Ay Işığı
ay ışığının karanlığına gömüldü sevgiler
ve güneşle birlikte maskelere büründük
ne zaman ki gün doğdu ve giydik kıyafetlerimizle birlikte takındığımız maskeleri
sevgiler de aşklar da o zaman yitirdi benliklerini
günün, güneşin ve her zaman başımızdan aşkın olan onlarca işlerin arasında unuttuk sevmeyi, sevilmeyi, sevişmeyi
ve aksine alıştık maske ile gezmeye, yalanlara, çıkarcı oyunlara
Ben günü güneşi sevemedim be hiç abi.
Güneş fazla kamaştırır gözlerimizi ışıltısıyla.
Güneş doğar ve biz onun ışığında daha da parlamak için kıyafetler giyinir süslenir püsleniriz. Takarız maskelerimizi doğan her günle.
Her yeni doğan güne biraz daha yalan dolu bir maske.
Aldanırız bazen maskesiyle dolaşan diğer insanlara;
Çoğu zaman da kendimize.
Duygularımızı saklamaya çalışırız belki de incinmemek için daha fazla.
Oysa bilemeyiz en çok incinen yine biz oluruz maskelerin ardına sakladığımız duygularımız yüzünden.
Ben karanlıkta aşık olurum be abi.
Ay ışığını beklerim sevmek için.
Karanlıktır benim içimi ısıtan;
Saf duygularımı ortaya çıkaran.
Ne zaman ki çıkartırım üstümdeki kıyafetleri
O zaman hissederim asıl benliğimi.
Gömleğimin açılan her düğmesinde biraz daha uzaklaşırım güneşin ışıklarıyla gözlerimizi kamaştıran sahte dünyadan.
Ne zaman ki çıkartıp atarım gömleğimi o zaman görürüm yüreğimi ve gerçekliğimi.
Çırılçıplak bedenim ve parlayan sadece bir ay ışığı.
Ay ışığı kamaştırmaz gözlerimizi.
Sadece görebilecek kadar ışık verir bizlere.
Üstümüze sahte ve çıkarcı insanların kokusu sinmiş kıyafetlerimizi de attık mı bir köşeye
Kalırız sadece kendimizle.
Hele bir de maskelerden arınmış bir de sevgili olursa yanımızda…
Değmeyin bizim keyfimize.
Anladın mı be abi ben neden seviyorum geceleri ve ay ışığını.
Söyle be abi sen de ister miydin bu durumda günün tekrar doğmasını.
ve güneşle birlikte maskelere büründük
ne zaman ki gün doğdu ve giydik kıyafetlerimizle birlikte takındığımız maskeleri
sevgiler de aşklar da o zaman yitirdi benliklerini
günün, güneşin ve her zaman başımızdan aşkın olan onlarca işlerin arasında unuttuk sevmeyi, sevilmeyi, sevişmeyi
ve aksine alıştık maske ile gezmeye, yalanlara, çıkarcı oyunlara
Ben günü güneşi sevemedim be hiç abi.
Güneş fazla kamaştırır gözlerimizi ışıltısıyla.
Güneş doğar ve biz onun ışığında daha da parlamak için kıyafetler giyinir süslenir püsleniriz. Takarız maskelerimizi doğan her günle.
Her yeni doğan güne biraz daha yalan dolu bir maske.
Aldanırız bazen maskesiyle dolaşan diğer insanlara;
Çoğu zaman da kendimize.
Duygularımızı saklamaya çalışırız belki de incinmemek için daha fazla.
Oysa bilemeyiz en çok incinen yine biz oluruz maskelerin ardına sakladığımız duygularımız yüzünden.
Ben karanlıkta aşık olurum be abi.
Ay ışığını beklerim sevmek için.
Karanlıktır benim içimi ısıtan;
Saf duygularımı ortaya çıkaran.
Ne zaman ki çıkartırım üstümdeki kıyafetleri
O zaman hissederim asıl benliğimi.
Gömleğimin açılan her düğmesinde biraz daha uzaklaşırım güneşin ışıklarıyla gözlerimizi kamaştıran sahte dünyadan.
Ne zaman ki çıkartıp atarım gömleğimi o zaman görürüm yüreğimi ve gerçekliğimi.
Çırılçıplak bedenim ve parlayan sadece bir ay ışığı.
Ay ışığı kamaştırmaz gözlerimizi.
Sadece görebilecek kadar ışık verir bizlere.
Üstümüze sahte ve çıkarcı insanların kokusu sinmiş kıyafetlerimizi de attık mı bir köşeye
Kalırız sadece kendimizle.
Hele bir de maskelerden arınmış bir de sevgili olursa yanımızda…
Değmeyin bizim keyfimize.
Anladın mı be abi ben neden seviyorum geceleri ve ay ışığını.
Söyle be abi sen de ister miydin bu durumda günün tekrar doğmasını.
yıldız
Bir yildizim aslinda ben. Ne batiyorum gecenin sogugunda ne de doguyorum gunun karanliginda. Aslinda hep oradaym ama sadece isigimi gorebilecek kadar karanlikta kaldiginizda goruluyorm yaninizda!!!
güz sancısı
yani simdi bu esen rüzgarla birlikte ben de yeniden kıpırdanmalı mıyım sonbaharı bekleyen yapraklar gibi ... ve yeniden düsmeyi mi beklemem gerek her sonbahar da olduğu gibi ... çözemedim ...
aynalardan kaçarken
Aynanın önünde durdum ve baktım kendime.
Ne yapmıştım birden böyle. Neden yapmıştım bunu. Bilmiyordum.
Yanlış ile doğru arasında ne fark vardı ki? İki ayrı uç nokta sadece.
Ne yaptığı mı hala idrak edemiyordum. Aynada kendime bakamıyordum.
Benim odam değildi. Arkamda başka bir yatak, başka bir kadın. Başka bir oda başka bir hayat.
Evet arkamdakilere bakıyordum. Arkamda olanlar ve arkamda bıraktıklarım.
Odam nasıldı benim. Dün nerede kalıyordum. Buraya nasıl geldim. Bu kadın kimdi ve daha da önemlisi neden benimle aynı yatakta yatmıştı.
Bu fuarda ne arıyordum. Neden son zamanlarda ondan kaçmak istiyordum.
Sorunlarımızı büyütmek bana kolay gelir olmuştu. Kaçmak ise her şeyden daha basitiydi.
Yüzümdeki kırışıklıklara neden olan, saçlarımı beyazlatan sorunlar gerçekten tüm bunlara değer miydi?
Bunlar gerçek sorunlar mıydı, yoksa benim kafamda ürettiklerim mi?
Geçmişimde bıraktıklarım peşimden gelmeye devam ediyordu.
Ayna da bana bakan gözler beni değil geçmişimi gösteriyordu.
Ben aynaların sadece beni gösterdiklerini sanırdım. Keşke hep öyle kalsalardı.
Ne yapmıştım birden böyle. Neden yapmıştım bunu. Bilmiyordum.
Yanlış ile doğru arasında ne fark vardı ki? İki ayrı uç nokta sadece.
Ne yaptığı mı hala idrak edemiyordum. Aynada kendime bakamıyordum.
Benim odam değildi. Arkamda başka bir yatak, başka bir kadın. Başka bir oda başka bir hayat.
Evet arkamdakilere bakıyordum. Arkamda olanlar ve arkamda bıraktıklarım.
Odam nasıldı benim. Dün nerede kalıyordum. Buraya nasıl geldim. Bu kadın kimdi ve daha da önemlisi neden benimle aynı yatakta yatmıştı.
Bu fuarda ne arıyordum. Neden son zamanlarda ondan kaçmak istiyordum.
Sorunlarımızı büyütmek bana kolay gelir olmuştu. Kaçmak ise her şeyden daha basitiydi.
Yüzümdeki kırışıklıklara neden olan, saçlarımı beyazlatan sorunlar gerçekten tüm bunlara değer miydi?
Bunlar gerçek sorunlar mıydı, yoksa benim kafamda ürettiklerim mi?
Geçmişimde bıraktıklarım peşimden gelmeye devam ediyordu.
Ayna da bana bakan gözler beni değil geçmişimi gösteriyordu.
Ben aynaların sadece beni gösterdiklerini sanırdım. Keşke hep öyle kalsalardı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)